Gazimagusa’da Gezilecek Yerler

Gazi Magosa’da Gezilecek Yerler

KAPALI MARAŞ / MAGOSA:

1974 yılındaki barış harekatında Türkler tarafından ele geçirilmiştir. Şu an ne Türkler ne de Rumlar yaşamaktadır. Zamanında Akdeniz’in en gösterişli tatil yeri olan Maraş bölgesi, bir anda insansız ölü şehre dönmüş. Dışarıdan da göründüğü üzere komple bütün şehir yıllardır ilk bırakıldığı gün gibi beklemektedir.

NAMIK KEMAL MEYDANI / MAGOSA:

Namık Kemal, Ünlü “Vatan yahut silistire” oyunundan dolayı Magosa’ya sürgüne gönderildi. Magosa’da 38 ay sürgünde yaşadı. En iyi eserlerini de burada yazdı. Namık Kemal meydanı Magosa’nın en turistik meydanıdır. Meydanda Namık Kemal müzesi, Namık Kemal’in zindanı cafeler, restoranlar  ve tarihi mekanlar mevcuttur.

Namık Kemal Meydanı’nın batısındaki Venedik Sarayı’nın avlusunda yer alan, dikdörtgen planlı ve iki katlı bir yapıdır. Tek olan hücrenin kapısı Venedik Sarayı’nın avlusuna açılmaktadır. Üst kattaki dikdörtgen planlı odanın önünde bir sahın bulunmaktadır. Namık Kemal, “Vatan yahut Silistre” oyununun 9 Nisan 1873 tarihinde İstanbul Gedik Paşa tiyatrosunda oynanmasından sonra 5 Nisan 1873 tarihinde Kıbrıs’a sürülmüştü. Önceleri alt kattaki zindana kapatılan şair, bir süre sonra Kıbrıs Mutasarrıfı Veyis Paşa’nın izni ile üst kata çıkarıldı. 3 Haziran 1876 tarihinde de V. Murat tarafından affedilerek İstanbul’a geri döndü. “Namık Kemal zindanı ve Müzesi”nin restorasyon ve çevre düzenleme çalışmaları 1993 yılında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Rölöve ve Restorasyon Şubesi tarafından gerçekleştirilerek ziyarete açıldı.

 

LALA MUSTAFA PAŞA CAMİ / MAGOSA:

Eski adı St Nicholas Katedrali Olan Lala Mustafa paşa camisi de Namık Kemal Meydanında bulunmaktadır. Lüzinyanlıların yaptığı bu cami, Lefkoşa’ da ki Selimiye Camisi ile aynısıdır ve dönemim en görkemli yapılarından biridir.  Ayrıca caminin yanında  750 yıllık yaşıyla adanın eski ağacı olan gümbez ağacı bulunmaktadır.

Lüzinyanlar döneminde, 1298 – 1312 yılları arasında inşa edilen yapı, tüm Akdeniz dünyasının en güzel Gotik yapılarındandır. Lüzinyan kralları, önce Lefkoşa’da St. Sophia Katedrali’nde Kıbrıs Kralı, sonra da Mağusa’da St. Nicholas Katedrali’nde Kudüs Kralı olarak taç giyerlerdi. 1571 yılında cami haline getirilene dek, bu törenler yapılagelmiştir. Katedralin en güzel ve en iyi korunmuş olan batı cephesinin mimarisi Fransa’daki Reims Katedralinden etkilenmiştir.

Gotik tarzda işlemeli eşsiz bir penceresi bulunan katedralin 16’ıncı yüzyıl Venedik galerisi avluda yer almakta ve günümüzde şadırvan olarak kullanılmaktadır. Girişteki yuvarlak pencerelerin üzerinde bir Venedik arması görülmektedir. Bazı hayvan figürleriyle süslü kabartmanın Salamis’teki bir tapınaktan geldiği sanılmaktadır. Katedralin apsiti, çoğu Kıbrıs kiliselerinde olduğu gibi, Doğu üslubunda ve üç bölmelidir.

Yukarıdaki pencereler iyi korunmuş olup, batı cephesinde ve yanda iki şapel bulunmaktadır. Yapının önünde bulunan tarihi cümbez ağacı adanın kuzeyinde çok az bulunmakta olan tropik bir incir türüdür. (Ficus Sycomorus). Bu ağacın, inşaat başladığı zaman dikildiği ve katedral ile yaşıt olduğunu söylenmektedir. Ağacın en belirgin özelliği yılda yedi kez meyve vermesidir.

 

  1. BARNABAS MANASTIRI / MAGOSA:

Kıbrıs’a Hristiyanlığı yaymak için gelen St Barnabas için 477 yılında yapılan, mezarının da içinde olduğu manastırdır. Gerek yapısı gerekse içinde sergilenenlerin eserlerden dolayı mutlaka gezilmesi gereken bir yerdir.

SALAMİS HARABELERİ / MAGOSA:

Bronz çağında kurulmuş ve zamanında Kıbrıs’a başkentlik yapmış bir şehirdir. Salamis Harabelerinde Forum, Roma Jimnastik Salonu, Roma Tiyatrosu, Pazaryeri, Zeus Tapınağı ve Salamis krallarının mezarı bulunmaktadır. Bu gün bile o zamanki şehrin ihtişamını bulabileceğiniz nadir antik şehirlerden biridir.

Gazimağusa Othello Kalesi

14’üncü Yüzyılda Lüzinyanlar tarafından inşa edilen Othello Kalesi, Mağusa kentinin ana girişlerinden biri olarak kullanılıyordu. Kale girişi üzerinde asılı olan St. Mark Aslanı kabartmasının altında kaleyi yeniden biçimlendiren kaptan Nicolo Foscari’nin adı ve 1492 tarihi görülmektedir. Etrafı derin bir hendekle çevrili olan Kale’nin yapısında kuleler ve topçu bataryalarıyla biten koridorlar bulunmaktadır. Kale avlusunda bir kısmı Osmanlılara, bir kısmı İspanyollara ait toplar, demir gülleler ve taş gülleler de bulunmaktadır. Kara Kapısı bir Ravelin’le (yarım ay şeklindeki tabya) korunmuştur. Buradaki geçitler ve top yuvalarına ek olarak bir şapel ve zindan olarak kullanılan yeraltı odaları bulunmaktadır.

Kalenin bugünkü adı, İngiliz döneminde kullanılmaya başlanmıştır. Sheakespeare’in ünlü trajedyasının bir bölümü Kıbrıs’ta bir liman kentinde geçmektedir. Oyunun kahramanı Othello, Faslı (Moor) biri olarak tanıtılır. Yazarın, adanın Venedikli valisinin soyadının anlamı ‘Moor’ olan Christophoro Moro’nun adını duyduğu ve yanılarak onun bir Faslı olduğunu düşündüğü sanılmaktadır.

Kale içerisinde bulunan salon günümüzde bir çok sanat ve kültürel etkinliğe evsahipliği yapmaktadır. Gazimağusa Belediyesi’nin düzenlediği geleneksel Mağusa Kültür, Sanat ve Turizm Festivali’nin de birçok etkinliği burada olmuştur.

 

SİNAN PAŞA CAMİİ (St. Peter ve St. Paul Kilisesi)

Bu binanın 1360 yılında Suriyeli bir tüccar olan Simone Nostrano tarafından yaptırıldığı duvarındaki bir yazıda belirtilmesine rağmen, kiliseyi Simon adlı bir Nestoryen Hristiyanın yaptırdığı bilindiğinden, yazıyla ilgili yanlış bir bilginin söz konusu olduğu düşünülmektedir. 1571 yılındaki bombardımana rağmen, sağlam yapısı ile ayakta kalabilmiştir. Eşsiz bir taş işçiliğine sahip kuzeydeki girişin başka bir yerden getirildiği düşünülmektedir. Binanın içi oldukça sade olup, tavanı düz başlıklı sütunlara oturtulmuştur. Osmanlılar, adadaki hakimiyetleri döneminde binayı cami olarak kullanmaya başlamışlardır. İngiliz Dönemi’nde patates, hububat vb. amaçlar için ambar olarak kullanılması nedeniyle Buğday Camisi olarak da anılmaya başlanmıştır.

NESTORYEN KİLİSESİ

Mağusa’da yaşayan Suriyeliler (Keldaniler) için Françis Lakhas isimli Suriyeli bir tüccar tarafından 1339 yılında yaptırılmıştır. Kilisede deve resimleri ve Nestoryenlerin dini törenlerinde kullandıkları dil olan Süryanice yazılar vardır. Çan kulesi ve yan bölümler sonradan eklenmiştir. Giriş çok sade olup, üzerinde güzel bir gül pencere bulunmaktadır. Teraslı tavan süslü dirseklerle desteklenmiştir. Bu kilise Ortodoks Rumlara teslim edildikten sonra adı “Ayios Georgihios Ksorinos” (Sürgüncü Aya Yorgi) olarak değiştirilmiştir. Bu konu ile ilgili günümüze kadar gelen bir de inanış vardır. Düşmanlarından kurtulmak isteyen bir kimsenin bu kilisenin döşemesinden bir miktar toprak veya toz alıp düşmanının evine bırakması halinde sözkonusu kişinin bir yıl içerisinde öleceğine veya adayı terkedeceğine inanılmaktadır.

LATİN St. GEORGE KİLİSESİ

  1. yy. sonlarında inşa edilmiş, Gotik üslubun güzel örneklerindendir. Salamis yıkıntılarından getirilen malzemelerin kullanıldığı, mimarisinde Paris’teki St. Chapelle kilisesinden esinlenildiği düşünülmektedir. Beş bölümlü bir nefi olup, bir koro yeri de bulunmaktadır. Günümüze kadar ulaşan bu koro yeri ve kuzey duvarıdır. Geniş ve uzun pencereleri bir zamanlar Gotik oymalarla süslüydü. Kilisenin şehrin surlarının yapımından önce inşa edildiği, sur özelliği taşıyan yapısından anlaşılmaktadır.

İKİZ KİLİSELER ( Templar ve Hospitaler Kilisesi)

  1. yy’da inşa edilmiş olan iki kiliseden büyük olan Templar şövalyelerine aittir. Templar şövalyeliği 1313 yılında Papa tarafından kaldırılınca kilise bitişikteki binaya sahip olan Hospitaler şövalyelerine kalmıştır. Günümüzde restore edilerek Kıbrıs Sanat Derneği olarak kullanılmaya başlanmıştır.

MAĞUSA SURLARI

1489 yılına dek Mağusa şehrini çevreleyen Lüzinyan surları, çok yüksek olmalarına karşın, ince bir yapıya sahiptiler. Ardından Kıbrıs’ı ele geçiren Venedikliler, özellikle Osmanlılara karşı önlem almak ve surları ateşli silahlara karşı sağlamlaştırmak amacıyla 1550’li yıllarda Venedikten getirilen mühendis Giovanni Girolamo Sanmichele ile kaptan Nikolao Foskanini tarafından elden geçirilir. Özellikle deniz tarafındaki surlar, Martinengo Tabyası ve Kara Kapısı bu dönemde inşa edilmiştir. Ayrıca surun şehir dışındaki kısmına 46 m genişliğinde hendek açılarak içerisi su ile doldurulmuştur. İri kesme taştan inşa edilen 3 km uzunluğundaki bu surların yüksekliği 18 m, genişliği bazı yerlerde 9 m kadardır. Duvarlarda, burçlar, kapılar, rampalar, mangallar, cephanelik, depo ve ahırlar bulunmaktadır. Surlardaki kuleler şöyle anılmaktadır: Sur duvarlarlarında yer alan ve isimlendirilmiş 14 kule vardır. Bu kulelerin isimleri;

 Canbulat (Arsenal), Deniz Kapısı Burcu (Mare),  Othello (Castelle), Halkalı Mazgal (Signoria), Karpaz Tabya (Diamante), Şehit Tabya (Mozzo),  Tophane (Martinengo),  Pulocazaro,  Moratto,  Diocare,  Kara Kapısı (Akkule-Ravelin), Altın Burcu (Santa Napa), Su Burcu (Andurizzi), Halkalı Tabya (Campo Santo)dır.

Ayrıca bir iç kale olarak Othello binası ve orjinal iki giriş kapısı olarak Kara Kapısı (Ravelin) ve Deniz Kapısı (Porta del Mare) yer almaktadır. Mağusa’nın Osmanlılar tarafından fethi sırasında harap olan surlar, fetih sonrası Osmanlılarca onarılmıştır.

KARA KAPISI (RAVELİN)

Mağusa şehrine girişi sağlayan orjinal iki şehir kapısından biri olan yapının orjinal ismi “Yarım Ay Şeklinde Tabya” anlamındaki Ravelin’dir. Kara Kapısı, surların Othello Kalesinden sonra en eski kısmıdır. Bugünkü köprü ile giriş yeni olup, eskiden kule yanındaki bir top yuvasının içinden geçilmekteydi. Orjinal kapı bugünkü girişin solunda, iner – kalkar bir köprüye sahipti. Şehre bakan kısmında kemerli bir geçit yer alır. Bu geçitin her iki yanında duvar freskleri, armalar ve küçük bir de kilise bulunmaktadır. Burada yapılan kazılar sonucunda geçitler, top yuvaları ile ilginç bölme ve galeriler açığa çıkarılmıştır. Kemerli geçidin şehre bakan tarafında Venedikliler zamanında zindan olarak kullanılan yeraltı odaları bulunmaktadır.

 

 

 

 

DENİZ KAPISI (PORTA DEL MARE)

 

Mağusa’ya girişi sağlayan orijinal şehir kapılarından biridir. Çok güzel bir mimari yapıya sahip olup iyi korunmuş durumdadır. 1496 yılında Venedikli Nicolo Prioli tarafından inşa ettirilmiştir. Demirle kaplı ahşap kapı, Türkler zamanından, demir parmaklıklı kapı ise Venedikliler zamanından kalmadır. Kapının üst kısmında, mermer üzerine işlenmiş Venedik Cumhuriyeti’nin amblemi kanatlı aslan, Nicolo Prioli’nin adı ve arması, 1496 tarihi görülmektedir. Mermerin Salamis’ten getirildiği sanılmaktadır.

 

CANBULAT TÜRBE VE MÜZESİ (ARSENAL TABYASI)

Kilis Sancak Beyi olan Canbulat Beyin, Kıbrıs’ın fethine karar verildiğinde, hazırlanan kuvvetler arasına dahil edilmesi önerilir. Lefkoşa’nın Osmanlılarca fethinde üstün yararları görüldüğünden, 1570’te Mağusa’yı kuşatan Osmanlı ordusunda, İskender Paşa ve Deniz Paşa ile birlikte yeniden görevlendirilir. Orjinal adı Arsenal tabyası olan mevkide şehit düştüğü inancıyla türbesi buradaki tabyanın altında bulunmaktadır. Zamanla yıpranan bina 1968 yılında yeniden inşa edilerek ön kısmı da bir müzeye dönüştürülmüştür. Halen müzede etnografik ve arkeolojik eserler sergilenmektedir.

KERTİKLİ HAMAM

Surlariçi Naim Efendi Sokakta yer alan bir Osmanlı devri yapısıdır. Bu hamam kubbeleriyle ilgi çekmektedir. Yapı, üzeri kubbe ile örtülü altı odadan, odaların arkasında tonozla örtülü bir su deposundan ve soyunmalık olduğuna inanılan üst örtüsü yıkık kısımlardan oluşmaktadır.

 

YİRMİSEKİZ ÇELEBİ TÜRBESi

Surlariçi Naim Efendi Sokakta yer alan bir Osmanlı devri yapısıdır. Bu hamam kubbeleriyle ilgi çekmektedir. Yapı, üzeri kubbe ile örtülü altı odadan, odaların arkasında tonozla örtülü bir su deposundan ve soyunmalık olduğuna inanılan üst örtüsü yıkık kısımlardan oluşmaktadır.

 

 

 

CAFER PAŞA ÇEŞMESİ

Namık Kemal Meydanı’nın Kuzeybatı köşesindedir. Klasik Osmanlı yapı özelliklerini taşıyan çeşme ilkin Venedik Sarayı’nın önünde yer almaktaydı. Bu çeşmenin yıkılması üzerine şimdiki çeşme inşa edilmişve eski çeşmeye ait mermer kitabe buraya monte edilmiştir. Çeşmenin yazıtında Hicri-1005 (1597) tarihi okunmaktadır.

 

 

MUSTAFA ZÜHRÜ EFENDİ TÜRBESİ

Lala Mustafa Paşa Camisi’nin avlusundadır. Bu türbede 1903 yılında ölen ve İmam Hatip ve Kavanin azalığı yapan Mustafa Zührü Efendi gömülüdür. Günümüze hiçbir değişime uğramadan gelen tek türbedir. Dört kemer üzerine oturan bir kubbesi ve kemer açıklıklarını kapatmak için yerleştirilen tek kapılı demir parmaklıkları vardır.

ŞAM MÜFTÜSÜ MEHMET ÖMER EFENDİ TÜRBESİ

Lala Mustafa Paşa Camisinin avlusundadır. Klasik Osmanlı türbe mimarisinin tipik örneklerindendir. Yanlarındaki sivri kemerleri ve türbeyi örten kubbesi dikkat çekicidir. Tamir edilmesi nedeniyle mimari özelliklerinden çok şey kaybeden türbe bugün değişik amaçlarla kullanılmaktadır. Bu türbenin imam ve müderis olan İbrahim Efendi’ye ait olma olasılığı üzerinde de durulmaktadır.

KIZIL HAMAM

Mağusa’daki Osmanlı dönemine ait üç hamamdan birisidir. Akkule Girişi’nin kuzeybatısında yer almaktadır. Günümüze sadece temel kalıntıları gelebilmiştir. Hamamın değişik bölümleri temel kalıntıları izlenerek belirlenebilmektedir.

MARAŞ AYİOS YUANNİS KİLİSESİ İKON MÜZESİ

Maraş bölgesinde yer alan kilise 1960 yılında inşa edilmiştir.Kilisenin birikon müzesi olarak düzenlenmesi çalışmalarına 1994 yılında başlanmış ve 2 Mayıs 1995 tarihinde ziyarete açılmıştır. Kilisede sergilenen ikonların büyük bir bölümü bu kiliseye ait olmasına karşın çok az bir bölümü çevredeki kiliselerden toplanmıştır.

TARİHİ TÜRK MEZARLIĞI

Kara Kapısı karşısındaki mezarlıkta görülen türbeler 17’inci Yüzyıla aittir. Bu türbelerin şehrin ileri gelenlerine ait olduğuna inanılmaktadır.

 

KUTUP OSMAN TÜRBE VE TEKKESİ

 

Mağusa surları dışında Namık Kemal Lisesi yanında yer almaktadır. Bu Türbe Halvetiye Tarikatı’nın Kıbrıs’taki kurucusu Kutup Osman Fazlullah Efendiye aittir. Kutup Osman, Halvetiye Tarikatı mensuplarından Şeyh Fazlullah Efendi’nin oğlu olup Bulgaristan’ın Şumnu kasabasında doğmuştur. Ulema sınıfından olup ilahiyatın muğlak yönlerini çözmeye yarayacak bir çok eserleri vardır. Devrin padişahı olan IV. Mehmet kendisine sarayda imamlık ve eğitmenlik görevleri vermiştir. Kendini çekemeyenlerin ittirasına uğrayarak 1690 yılında Mağusaya sürgüne gönderilmiş, bir yıl sonra da burada vefat etmiştir. Zaman aşımı ile izi kaybolmaya yüz tutan türbesi Elhaç Seyid Mehmet Ağa tarafından 1824 yılında yeni baştan inşa ettirilerek türbenin yanına bir mescit ile tarikat mensuplarının ikameti için de bazı odalar eklenmiştir. Mezarının 1835 tarihli ahşap kitabesi şu anda Cambulat Müzesinde sergilenmektedir.

 

ÇANAKKALE ŞEHİTLİĞİ

Mağusa’daki Türk mezarlığında bulunan şehitlikte 33 mezar bulunmaktadır. Buradaki mezar taşları, Birinci Dünya Savaşı sırasında fngilizlertarafından Süveyş Kanalı ile Çanakkale cephesinde esiredilerek Mağusa’daki Karakol esirkampına getirildikten sonra gerek kötü muamele, gerekse firara teşebbüs gerekçesi ile şehit edilen Türk askerlerine aittir. Bugün şehitlikteki sembolik 33 mezarda, esirler arasındaki sanatkarlar tarafından oyularak yapılmış yazıtlı ve bir bölümü bezemeli mezar taşları bulunmaktadır. Mezartaşlarının en eskisi 24.11.1916 , en yenisi ise 8 veya 18 Şubat 1920 tarihlidir. Şehitlerin anısını yaşatmak için Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin 5’inci Kuruluş yıldönümü olan 13 Şubat 1980 tarihinde buraya bir anıt dikilmiştir.

  1. NİKOLAS KİLİSESİ

14’üncü veya 15’inci yüzyıllarda Bizans stilinde yapılmış küçük bir kilisedir. Suriçi Gündüz Tezel sokakta bulunan kilise şu anda harabe durumundadır.

 

AYİA ZONİ KİLİSESİ

Bizans stilinde 14’üncü veya 15’inci yüzyıllarda yapılmış bu kilise Meryem Ana’ya adanmıştır. Duvarlarında fresk izleri bulunmaktadır. Kilise yanında bulunduğu St. Nikolas Kilisesi ile benzerlikler göstermektedir.

  1. GEORGE GREK KİLİSESİ

Oldukça büyük ve güzel bir yapıdır. Güney tarafında iki apseli ve duvarlarında resim izleri bulunan küçük bir Bizans katedralinin kalıntıları yer almaktadır. Bu kilise birzamanlar Ortodoxlartarafından kullanılmıştır. Bazı kaynaklarda Salamis Başpiskobosu St. Epiphanios’un (MS. 310- 406) tüm mücevheratları ile burada gömülü olduğu öne sürülmektedir.

MUSTAFA PAŞA CAMİSİ (STAVROS KİLİSESİ)

Suriçi Mustafa Paşa Sokakta yer alan yapı 16’ıncı yüzyılda inşa edilmiştir. Beşiktonozlu ve batısında güzel işlenmiş bir girişi vardır. Osmanlıların Kıbrıs’ı ele geçirmelerinden sonra mihrap ve minber ilave edilerek camiye dönüştürülmüştür. Avlusunda Osmanlı dönemine ait üç mezar bulunmaktadır.

  1. ANNA KİLİSESİ

Suriçi Somuncuoğlu Sokta yer alan Lüzinyan Dönemi’ne ait iyi korunmuş bir kilisedir. Alışılmışın dışında bir çan kulesine sahiptir.

KARMELİTE KİLİSESİ

12’inci Yüzyılda Suriye’deki Karmel dağında kurulan Karmel tarikatına aittir. Bu tarikata rahibe olarak hizmet verem Azize Mary’nin adı bu kiliseye verilmiştir. Kesin inşa tarihi bilinmeyen bu yapı Suriçi Somuncuoğlu Sokta bulunmaktadır.

CAFER PAŞA HAMAMI

Namık Kemal Meydanının kuzey batısındadır. Evkaf Dairesi arşivindeki belgelerde 1601 yılında inşa edildiği kayıtlıdır. Lusignan dönemine ait St. Fransis Kilisesi’nin avlusunda bulunan yapı kesme taştan yapılmıştır. Plan ve mimari üslubu (ılıklık ve sıcaklık bölümleri) Osmanlı dönemi yapı özelliklerini yansıtmaktadır. Sadece “Soyunmalık” odası Orta Çağa ait St. Fransis kilisesinin orjinal odalarından birisidir. Güney duvarındaki basık bir kapıdan girilen bu odanın üstü haç tonozla örtülüdür. Tavanın ortasında ve duvarda bulunan üç pencere ile aydınlanmaktadır. Soyunmalık bölümünün kuzey duvarında bulunan bir kapıdan yarım tonozla örtülü “L” planlı bir ara geçide ve buradan da hamamın ılıklık bölümüne girilmektedir. Ilıklığın üstü beşik tonozla örtülüdür. Ilıklıktaki bir kapıdan hamamın sıcaklık bölümüne girilmektedir. Sıcaklık bölümünde kubbeli bir orta mekana açılan tonozlu dört Eyvan ve dört köşede kubbeli birer oda (Halvet) bulunmaktadır.

TARİHİ CÜMBEZ AĞACI

Ağacın katedralin inşaatına başladığı 1298 yılında dikildiği söylenmektedir. Gövdesi 2.70 metreden sonra 7 dala ayrılır. Kıbrıs’ta yaşadığı bilinen en yaşlı ve canlı ağaçtır. Yılda yedi kez meyve veren ağaç katedralin önüne büyüleyici bir gölge verir. Kökleri Doğu Afrika’ya ulaşan ağaç, güzel bir meyveye sahip olması, sıcak yerler için yarı kapalı gölge bir mekan oluşturma özelliği ve mobilya yapımı için değerli kerestesinin olması nedeniyle eski Mısır’lılar döneminden beri yörede önemliydi. Ağacın meyvelerine halk arasında Firavun meyvesi denmesi belki de buna bağlanabilir. Yaşamı boyunca birkaç dönem şubat ayında yapraklarını dökmesi ağacın öldüğü izlenimini vermişti. Fakat yaprakların bir ay içinde geri gelmesi ve ağacın koyu yeşil yapraklarla yeniden canlanması insanları hayretler içinde bırakmıştı. Eski papirüs çizimlerinde meyvesinin çizimleri yer almaktaydı. Meyveyi yarmak için kullanılan ve eski Mısırlılar tarafından keşfedilmiş bıçak, bu meyvenin olgunlaşmasını hızlandırmaktaydı. Meyveyi yarmak önceleri, içindeki sineklerin, böceklerin kaçması için düşünülmüştü. Ancak bu yöntemle ethilen gazının üretilmesi sonucu meyve olgunlaşıyordu. Görünüşüne bakılarak birkaç yüzyıl daha katedralin bu ağacı koruyabileceği düşüncesine kapılmak oldukca sevindiricidir. Cümbez ağacı, ada tarihini anlatan en yaşlı canlıdır. Tanıklık ettiği yüzlerce olay var: Katedral önünde ses çıkaran zırhlar içindeki Lüzinyan Silahşörleri, çekirge belası, Venedik inşaatcıları, 1571 yılındaki bombardıman, birçok deprem, son yapılan meydan düzenlemeleri ve daha yüzlerce olaya şahitlik etmiştir.

KIBRIS’TA İLK TREN LOKOMOTİFİ

Kıbrıs’ta tren ilk defa İngiliz İdaresi döneminde kullanıldı. Kıbrıs’ta kullanılan lokomotifi bir İngiliz şirketi olan “Hamslet” imal etti. İlk proje ve ön çalışma 1899 yılında başlatıldı. Tren ise ilk seferini 1904 yılında Yüzbaşı Pirchard R.E. yönetiminde Lefkoşa-Mağusa arasında yaptı. Tren seferleri 1916 yılına kadar Lefkoşa-Mağusa arasında, sonra Güzelyurt ve 1932 yılından sonra da Lefke’ye kadar yapılıyordu. Tren, Lefkoşa-Mağusa arası 51 mil olan mesafeyi iki saatte gerçekleştirirken yol boyunca dört istasyonda durmaktaydı. Bugün Lefkoşa’da Peyak ambarlarının bulunduğu yer tren istasyonu, karşısındaki kesme taştan kemerli bina da istasyon müdürünün ikametgahı idi. Mağusa’daki istasyon binası ise surların dışında bulunan şimdiki Kaza Tapu Dairesi olarak kullanılan (1974 öncesi Polis Karakolu) alanda idi.Bu bina tren istasyonunun bir bölümü idi. Büyük avlunun içerisinde de tamir atölyesi yer almakta idi. Tren hizmete girdikten sonra ticaret ve turizm gibi ekonomik alanlarda da gelişmeler kaydedildi. Mağusa limanının önemli derecede ticaret ve yolcu trafıği bakımından gelişmiş olması ve daha kısa bir sürede adanın belli yerlerine ulaşımın sağlanması ile meydana gelen turist artışı, trenin sağladığı katkılar olarak gösterilebilmektedir. Özellikle tren hattının Lefke ve Trodos dağlarının yamaçlarına kadar uzatılması, Trodos’da turistik nitelikli otellerin yapılmasına neden oldu. Bu durum da doğal olarak turist sayısının artışını sağlayan etkenlerden biri olmuştur. 1940-1945 savaş yıllarında trenin sık sık kullanılması yıpranmasına neden oldu. Yıpranan trenin tamir edilmesi için 400 bin Kıbrıs Liralık bir bütçeye gereksinim vardı. Bu bütçenin ayrılmasını göze alamayan hükümet, aynı zamanda karayollarının da gelişmesiyle artan motorlu araç sayısı gerekçesi ile trenle yolcu ve yük taşımasına son verdi. Kıbrıs’ta ilk kez çalıştırılan tren şu anda Mağusa’daki Kaza ve Tapu Dairesi’nin avlusunda sergilenmektedir. Tren üzerinde (1) rakamı ve İngilizce yazılı şu ibare bulunmaktadır. “THIS WAS THE FIRST LOCOMOTIVE TO BE IMPORTED INTO CYPRUS. IT WAS USED DURING THE CONSTRUCTION OF THE GOVERNMENT RAILWAY AND THERE AFTER IN IT’S OPERATION FROM 1904-1951”

 

St. BARNABAS MANASTIRI

Salamis’te doğmuş Yahudi bir ailenin oğlu olan, St. Barnabas, Kudüs’te eğitim gördükten sonra Kıbrıs’a döner ve Hıristiyanlığı yaymak için M.S.45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlar. Bu faaliyetlerden dolayı vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanır. St. Barnabas’ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi Salamis’in batısında bir yeraltı mağarasına gömerler ve göğsüne de St.Mathews’un yaptığı incilin kopyasını koyarlar. Cesedin yeri bilinmediğinden uzun yıllar gizli kalır. 432 yıl sonra piskopos Anthemios, mezarı rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını ister. Mezar açıldığında St. Mathews incili dolayısıyla, St. Barnabas teşhis edilmiş olur. Bu keşif sonrasında Piskopos, İstanbul’a giderek İmparator Zeno’yu bilgilendirir ve Kıbrıs kilisesinin özerkliğini kazanır. İmparator, gömütün bulunduğu yerde bir manastır inşası için yeterince bağışta bulunur. Manastır M.S. 477’de inşa edilir. Manastır bir kilise, avlu ve avlunun üç yanında bir zamanlar papazların yaşadığı odalardan meydana gelmiştir.